24 Ocak 2011 Pazartesi

TOKAT MİSALİ FARK EDİŞLER

     Güneş hiç olmadığı kadar cömertti o gün. Tepemde esen soğuk rüzgarlara meydan okurcasına gelip, tenimi ısıttı.  Sanki az önce kusarcasına söylediğim sayısız küfürü işitmişti. Tavrına bakılırsa arta kalan birkaç eskimiş umudumu gün yüzüne çıkarma niyetindeydi.
       Bense bu cömertlik karşısında elim kolum bağlı tepkisizce oturuyordum. Donuk bakışlarım arada bir, yolcuların attığı gevrek parçaları sayesinde bayram sevinci yaşayan martılara kayıyordu, hepsi o kadar!.. Etrafımdaki hiçbir şey beni ilgilendirmiyordu. Gözlerimi karşı kıyıya dikmiş görmeden bakıyordum sessiz hareketliliğe. Birbiri ardına sıralanmış onca düşünce, kıyı şeridindeki arabalar gibi hızlıca ve sonu gelmeksizin akıyordu beynimin içinde.  Ama  durdurmaya yönelik ne bir çabam ne de çabayı yaratacak en ufak bir arzum vardı.
       Gözlerimi kapadım biraz sonra. Hızlıca akan onca düşünce, sormaya korktuğum yüzlerce soruyla birlikte üstüme yürüdü. Nefessiz kaldım.. Zamanın bir yerinde öylece asılı kaldım. Körfez rüzgarı yüzüme vurdukça bir kez daha onsuz kaldığımı anladım. Artık yanıbaşımdaki martılar bile uzaktılar. Martılar yaklaştıkça ben uzaklaştım..
      Yirmi dakikadır sürüyordu yolculuğum.. Sanki  günlerdir yoldaymışım gibi geldi.   Alsancak İskelesi'nden Karşıyaka'ya geçmek hiç bu kadar uzun olmamıştı daha önce. Biranönce varmak istiyordum. Karşı kıyıdan merhamet dilendim var gücümle. Beni sarmalamasını, güvenle içine almasını istedim. Ama ne dilersem dileyim şu lanet olası körfezi bir türlü geçemedik.  Ne karşı kıyı duydu sesimi ne de geride bıraktıklarım en ufak bir teselli türküsü mırıldandı. Çaresiz kaldım..  Çaresizliğim, acımı korkmadan yaşamamı istedi benden.  Islandım sonra. Kendi yağdırdığım yağmurların altında umarsızca ıslandım. Çatlayan dudaklarımdaki çukurları, durmadan akan yaşlarım doldurdu. Tuzlu damlalar her dokunuşta daha fazla yaktı içimi.
       Bu kadar zor olacağı gelir miydi aklıma?  O hararetli kavgalarda bile bir sonumuz olduğunu düşünme cesareti bulamadım. Meğer  korkularımla yüzleşme vaktiymiş bu yakama yapışan.  Korkunun ecelime faydası dokunmadı. Öldüm sonra.   Aniden saplanmış bir bıçak, dokunduğu yeri parçaladı ve ayrıldı bedenimden.. Öylesine  kaskatı kaldım olduğum yerde..
       Kordon'da, Ömer Ağa'da her zamanki masamıza oturmuştuk. Her zamanki gibi iki sıcak çay söyledi oturur oturmaz. " Bir senden bir de şu güzelim çaydan vazgeçemem."  derdi hep gülerek. Vazgeçilmezi olduğumu duymak rahatlatırdı da, çayla kıyaslanmak çok  gücüme giderdi.. Öyle bir çay tutkusu vardı ki iki gün çay içmese ölecek sanırdınız.  Tüm yorgunluğunu o içtiği iki yudum sıcak çayda unuttuğunu söylerdi. Bu derece bir bağımlılığı ömrü hayatımda ne duymuş ne de görmüştüm bense. Bu durum epey canımı sıkardı.  Kimi zaman bardağın ince belini  tutkuyla saran o incecik parmaklarını bile kıskanırdım. Kıskanırdım da bir şey diyemezdim.. Çayını aşkla yudumlayan bu  adamı daha fazla bir aşkla izlerdim sessizce ve çaresizce. 
      Öyle çok seviyordum ki onu.. Hem de nasıl bir sevmek!.. Onsuz bir  hayatı düşünmek şöyle dursun, onunla geçiremediğim her bir anı yitirilmiş  zamanlar olarak sayıyordum. Sürekli bastırdığım korkularımın başında onu kaybetme korkusu geliyordu. Ne var ki, hiç bir zaman söyleyemedim bunu kendime. Düşüncesini bile kaldıramadım.. 
     Çaylarımız geldi biraz sonra. Şekerini atıp karıştırmaya bile fırsat vermeden tutup sardı ince belini bardağın. Telaşla demli, acı çayından bir iki yudum aldı. Şaşırdım. Şekeri bıraktığından haberim bile yoktu. Neden böyle yaptığına anlam veremezken bir yandan da yavaş yavaş içimde büyüyen korkuyu bastırmaya çalıştım. İçim içimi yiyordu yemesine ama cesaret edip  neyin var sevgilim diye soramıyordum.  Tedirgin bir hali vardı ve daha bir sıkıyordu sanki bardağın ince belini. Ona her uzanışında  tedirginliğinden kurtulup bir nebze rahatlıyordu sanki. Üst üste dört bardak çay içti. Az konuştu. Bense ondan çok konuşmama rağmen hiçbirini söyleyemedim. 
     Aniden yarım saattir elinde sıkıca tuttuğu bardağı tabağına koydu. Bir şeyler gevelermiş gibi söylendi. Tedirginliği bir o kadar daha artmıştı. Gözlerini kaçırdı her buluşmasında gözlerimle. Korkum giderek büyüdü.. İçime sığdıramadım..Kulaklarımdaki uğuldama dünyayla aramdaki bağı koparmıştı neredeyse. İşte tam bu sırada ağzından boşluğa uzanan bir iki kelime tepeme binlerce metre yükseklikten iniverdi ve ben oracıkta öylesine kalakaldım. O gitti, geride bir ben kaldım.. Ayrılık kelimesi dudaklarına hiç yakışmayacaktı oysa..
     Hiç ummazdım Alsancak'tan bu kadar nefret edeceğimi. Söyleseler inanmazdım. Tepkisizce çakılı kaldığım sandalyeden bir daha oturmamak üzere kalktım. Yürüdüm.. Beni kucaklayacak olan Karşıyaka'ya hiç duymadığım özlemi duydum o an.
       Yolculuğum hala sürüyor.  İskelenin yanıbaşındaki insan selini seçebiliyor artık gözlerim. Biraz önce elinde koca bir tepsiyle kır saçlı bir adam yanıma yaklaştı. İnce belli bardakta tavşan kanı bir çay uzattı elime.  Ve ben elimdeki bardağa tercih edilmiş, onca terkedilmişliğimle bir kez daha kalakaldım..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder